Muradiye Hanım daire kapısını hızlıca açtı. Mantosunu ve çantasını portmantoya gelişigüzel astı. Koşar adım kendini mutfağa attı. “Ah Muradiye ah ne vardı kahve muhabbetini uzatacak” diye söylendi kendi kendine: “Adam gelecek yemek yok nasıl yetişecek yardım et Allah’ım” diye ekledi serzenişine.
5-6 tane iri patatesi yıkayıp kabuklarını soymaya başladı. Bir yandan buzdolabından çıkardığı 250 gram kadar kuşbaşı eti erisin diye mutfak tezgahına bıraktı. Ağlaya ağlaya soğanı doğradı. Pembeleşen soğanların salçasını ve diğer malzemelerini ekledi. Bulgur pilavı da yapabilse ne iyi olur diye geçirdi endişeli aklından. Çoban salatası malzemelerini sirkeli suya batırdı. Akşam ezanı okunmaya başladı. “Eyvah, çenesi durmaz bu adamın huzur muzur hak getire” dedi. Hemencecik bestelediği ağıta benzer nağmeleri ağlamaklı bir dille söylemeye başladı:
“Ey Allah’ım Allah’ım şimdi ben ne yapayım?
Yemek yetişmeyecek bizim herif başımda boza pişirecek…”
Tencerelerin kapaklarını kapattı. Nereden baksan 40-45 dakikaya ihtiyacı vardı. Eşinin merdivenlerdeki ayak seslerini sesini duydu. Hemen abdest alıp güllü Yasin’den yüksek sesle okumaya başladı. Tecvitli kıraati içinin yangınıyla birleşince muhteşem bir Kur’an-ı Kerim tilavetine dönüştü. Eşi salona girdiğinde saygılı bir şekilde selam verdi. Başı ile selamı aldı. Sırasıyla Yasin-i Şerif, Mülk Suresi, Sebe Suresi ve Kıyame Suresini ağır ağır okudu. Diyabet hastası olan adamcağız kanepeye oturdu ve beklemeye başladı. Muradiye Hanım Türkçe duaya önce kendi ailesinden “Ahirete göçenlere rahmet, yaşayanlara hayırlı bereketli ömür ver Allah’ım” diye münacatta bulundu. Sonra eşinin bütün sülalesinin isimlerini teker teker sayarak dua etti. Adamcağız sessizce dinledi. Kayın pederine sıra geldiğinde göz yaşlarını tutamadı. Bu muhterem insan ve hayatının akışını değiştiren sahne canlandı yine tüm tazeliğiyle…
Daha nişanlanalı bir hafta olmuş ailesiyle birlikte dünürlerine akşam yemeğine gelmişlerdi. Kayın pederi namazı bitirmiş tam seccadesini katlayıp kaldırmak üzereyken Muradiye’ye “Namazlık kalsın mı gelin kızım?” diye sormuştu. Yani evladım sen de namaz kılıyor musun demek istemişti. Bu latif davet karşısında “Kalsın babacığım” demiş, 5 vakit namaza başlamasının miadı olmuştu. En az 3 kez kayın pederinin mekanının cennet olması için Rabbine niyazda bulundu. Kayın validesini de unutmadı. Fakat nedense “Allah’ım rahmet et günahlarını affet” diyebildi, kısa kesti.
Mutfaktan yemek kokuları salona doğru yayılmaya başladı. Açlıktan elleri titremeye başlayan adamcağız sabrının son demlerindeydi. Ama böylesine mübarek bir kadına da ses çıkarmanın günah olduğunu biliyordu. Muradiye biraz daha zaman kazanmak için, bu sokaktan, bu hanelerden gelmiş geçmiş komşulardan, soyu kesilmiş, arkasından bir Fatiha okuyacak kimsesi kalmayanlara gani gani rahmet diledi.
Adamcağız açlıktan kısılan ve detone olmuş sesiyle: “Haydi âmin âmin de artık” dedi. Muradiye Hanım el Fatiha der demez mutfağa koştu. Tencerelerin kapaklarını açıp soğumaya bıraktı. İnsanoğlu ölmemeye çaren mi var ilahisini söyleyerek salatasını yaptı. Renkten renge giren eşini en tatlı sesiyle sofraya buyur etti.