“VER ABİME 100 LİRA!” (Taksi’mden geçenler)

İki yıl kadar oldu sanırım. Karaköy’e yolcu bırakmıştım ve Beşiktaş istikametine doğru devam ediyordum. Akşam namazı yaklaşmıştı ve henüz ikindiyi kılmamıştım. Alelacele bir cami bulmam gerekiyordu.…Buralar artık -taksicilik yapmam- sebebiyle benim mekanım sayılırdı ve az ileride tarihi bir cami olduğunu biliyordum. Hafif gaza dokundum ve iki dakika sonra -tam da caminin önünde- keyfekeder bir yer bulup, arabamı park ettim. Günün küçük mutluluklarından biriydi bu.…Seri hareketlerle indim arabadan. Küçük mescidin kapısında “Fındıklı Molla Çelebi Cami” yazıyordu. Kalın deri örtüyü kaldırıp, içeri girdim. Hızlıca hareket etmek zorunda olduğumdan, pek de süzemedim etrafı ve namaza durdum. Bu arada trafik saati başlamıştı ve dışarıdan yoğun korna sesleri geliyordu.…Biraz sonra namazım bitti ve ben selâm verip dışarı çıktım. Akşam namazına 15-20 dakikalık bir süre kalmıştı. Başka yerde kılacaktım akşam namazını. Şimdi yoğun saatlerdi..…Kontağı tekrar çevirip, yola koyuldum. Henüz ilerlemiştim ki, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin şantiyelerinin birinden, 30-35 yaşlarında “kara yağız” iki kişi çıktı ve arabama el ettiler. Diplerine kadar yanaşıp durdum. Hemen bindiler arabaya. Ön tarafa oturan arkadaş, soğuk bir ses tonuyla “Ayazağa” dedi. “Tabi, gidelim” dedim. (Dedim demesine ama; bu işten pek de memnun olmamıştım. Ayazağa tarafı -hele biraz da karanlık bastı mı- sıkıntılı sessizliklere bürünen ve “tekinsiz” bölgeleri fazlaca olan bir yerdi benim için. Zaten arabama binen tiplerde sıkıntılı tiplerdi. Gerçi “İnşaat işçileri” oldukları her hâllerinden belliydi ama; yine de güven vermiyorlardı.…Gidecekleri yeri sorup, navigasyonu kurdum. (Bu navigasyon olayı aslında taksiciler için sadece adres bulma değil; aynı zamanda ciddi güvenlik konforu sunan bir olaydır. Bunu en iyi taksiciler bilir.) Gideceğimiz yer, yaklaşık 35 dakikalık bir yerdi. (Ben bu arada Balmumcu Yokuşu’nu bitirmiş, Zincirlikuyu-Levent tarafından, Maslak yönüne devam ediyordum.) Arabada çok gereksiz bir sessizlik vardı. İkisi de öylece duruyordu. Önde oturan gözünü yola dikmişti. Bir kere bile dönüp bakmamıştı yüzüme. (Bu durumdan rahatsız olmuştum ve -itiraf etmeliyim ki- içten içe tedirginlik duymaya başlamıştım.)…Hava epeyce kararmıştı ve artık Ayazağa içlerinden çıkıp, tepelere doğru tırmanmaya başlamıştık. İnişli-çıkışlı yollardan geçtik. İçimi daraltan bu sessizliği yırtıp atmam gerekiyordu. Bir şeyler yapmalıydım.…Aklıma teybin tuşuna basmak geldi. Hemen elimi uzatıp bastım. USB’me daha önce yüklemiş olduğum şarkılar içinde -yine- daha önceleri seyretmiş ve beğenmiş olduğum “Müslüm” filmindeki şarkılar da vardı. İlk bastığımda da –yine- o filmde “Timuçin Esen”in seslendirdiği “Bir bir kapandı ümit kapısı…” diye başlayan “İsyankâr” adlı şarkı çıktı. “Doğulu tipli” bu arkadaşları, şimdi tavlama zamanıydı artık. …Sağ elimi vites topuzundan çekip, elimin tersiyle yanımda oturan arkadaşın sol dizine hafifçe vurdum ve hemen ardından “Kardeş, seyrettin mi Müslüm’ü?” dedim. (Sanırım bu yaptığım hareket, en doğru hareketti.) Arabanın içindeki -kasvetli- sessizlik bir anda kayboldu. Genç adam benim bu hareketime akıl almaz bir heyecanla karşılık verdi. Bana “Abi sen ne diyorsun, seyretmez olur muyum. Hatta bu filmin ilk çekimleri bizim İskenderun’da başladı sonra, Urfa-Adana devam etti.” Dedi. “Çok güzel bir filmdi bu” (Bendeki korku ve endişe yerini biraz biraz rahatlamaya bırakmıştı. Navigasyon, kalan yolun 10-12 dakika olduğunu gösteriyordu. Bu arada taş ocakları vs.. derken, fazlaca karanlık yerlerden geçtik. Muhabbete devam etmemiz şarttı(!) Üzerimde “mezarlıktan geçerken korkudan ıslık çalan insanların psikolojisi” vardı adeta.(devam ettik…)“Film rekor kırdı sanırım, ben de çok beğenmiştim” dedim.“Evet abi” dedi. (Ve son sekiz-on dakikalık muhabbet böyle başladı. Filmin orasından-burasından konuştuk. Ve bir ara nasıl olduysa konu “Kürt Meselesi”ne geldi. Bu arada arka koltukta oturan diğer şahsiyet de ön taraftaki muhabbete dahil olmu ve -sırf ben duyayım diye- Selahattin Demirtaş mitinglerini açıp-kapatmaya başlamıştı.(Anlaşılan arabada iki tane PKK sempatizanı vardı.)…“Aslında şimdiki zamanlarda kürtler çok daha rahat ve özgür değil mi? Bak ana dilde eğitim var, şarkı var, müzik var. (Ve hafifçe arkaya dönerek) Haksız mıyım kardeşim? Bakın siz daha gençsiniz, bilmezsiniz; anlatayım ben size. Vaktiyle Sezen Aksu “Git” adında bir kaset yapmış ve bütün gazetelerde “1 milyon satış” “Sezen Aksu rekor kırdı” “Tüm zamanların albüm satış rekoru” başlıkları atılmıştı. İşte o zamanlar -meğerse- Kahtalı Mıçı “1,5 Milyonluk kaset satışı yapıyormuş… Nedeni neydi biliyor musunuz? Kahtalı Mıçı “Kürtçe” kaset yapıyordu ve “Kürtçe” yasaktı. Biz bunları bilmiyorduk, yıllar sonra öğrendik işte. Ben onu demek istedim. Kürtler şimdi çok daha rahat!”…“Ne rahatı abey?” dedi arkada oturan, sinirli sinirli… “Ne rahatı? Bu adam* bizim anamızı ağlattı! Mahvetti bizi…” (*Tayyip Erdoğan’dan bahsediyor…)“Olur mu yaa…”dedim biraz da yumuşak bir ses tonuyla. “Eskiden askeri vesayet vardı. Köylere baskınlara filan gidiyordu jandarma…” (Yanımdaki lafımı bitirmeme izin vermedi…) “Yok abi, askerin gözünü sevem ben, bu mahvetti bizi bu!” (Konu, başka mecralara kaymaya başlamıştı benim için. Çok fazla deşmemek gerekiyordu. Hem sıkıntılı konulardı bunlar. Her konu, her yerde konuşulmazdı tabi ki. Zaten gittiğimiz yerde “Allahüalem”di.)…Yol bitmek üzereydi. Buna mutlu olmuştum işte. (Bir kaç yumuşatıcı cümle kurup, tatlıya bağlamak istedim mevzuyu.)“Öyle mi?” dedim. “Ben bunun böyle olduğunu pek bilmiyordum…”“Öyle abi, valla öyle” dediler. “Biz önceden daha rahattık. Hakkımızı arıyorduk her türlü…”(Dağdan bahsediyor) Şimdi sesimizi çıkaramıyoruz!”…Konuyu daha da fazla uzatmamak gerekiyordu. (Aslında son cümleden sonra keyfim de kaçmıştı bir bakıma. Yapılan onca iş, emek, yatırım karşılığını tam olarak bulamıyordu demek ki.)…Zifir karanlık bir yola daha girdik. Uzaktan uzağa cılız ışıklar yanıyordu. Üst üste prefabrik evler vardı. Bu eski “bakımsız” evlerin paslı parmaklıklarında “işçi çamaşırları” asılıydı. Otuz-kırk kişilik yerlerdi buralar. Hemen girişinde siyah bir kurt köpeği bağlıydı.…Yolun sağından içeri girdim. Kocaman beyaz bir masa vardı. Masanın bir ayağı kırıktı ve hafifçe öne doğru eğilmişti. Ona doğru yanaşmamı söylediler. Tam yanaşıp kontağı kapatacaktım ki, arkada oturan diğer arkadaş, elinde tuttuğu cep telefonundan taşan Selahattin Demirtaş’ın sesini kesip bana “Peki abey, Selahattin Demirtaş hakkında ne düşünüyorsun?” diye sordu. İşte şimdi zurnanın “zırt” dediği yerdeydik! Uzun uzun düşünülecek bir durum söz konusu değildi. “Ortada bir cevap”ta olmayacaktı. Biraz endişe ve biraz da “çalıyı dolaşmak” maksadıyla cümmlemi kurdum;“Yahu,” dedim. “Konuşan adamdan ne zarar gelir?”Bu cevap ikisini de mutlu etmişti.…“Kaç para tuttu?” diye sordu öndeki…“Doksan beş!” dedim.…Hemen arkaya döndü ve …“Ver abime 100 lira!” dedi….Uzattıkları yüz lirayı iki parmağımla çıkıştırıp, gömlek cebime soktum.Ve tekrar Beşiktaş’a doğru çevirdim direksiyonu.…

  • Related Posts

    “Türkiye, göç yönetiminde dünyaya model olan bir ülke” –  Ankara Haber

    İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, İstanbul’da düzenlenen Türkiye Yüzyılında Türkiye’nin Göç Yönetim Modeli Programına katıldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı programda konuşan İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Göç İdaresi Başkanlığı’nın 12.…

    Putin’den Ukrayna’da 3 günlük ateşkes –  Ankara Haber

    Rusya, Ukrayna’da ateşkes kararı aldı. Kremlin’den yapılan açıklamaya göre, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Sovyetler Birliği ve müttefiklerinin İkinci Dünya Savaşı’ndaki zaferinin 80. yıldönümü dolayısıyla Ukrayna’daki askeri operasyonlarına 8 Mayıs…

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir